18 Nisan 2009

Msn

Bugün sözlükte bir yazar benim msn'imi istedi. Ona msn kullanmadığımı söyledim. Sanırım inanmadı. Halbuki o bayan ben erkeğim. Yani düz bir mantkla benim bu tarz isteklere girmem gerekir. Onun herhangi bir başka amacı olmadığını, sadece daha rahat iletişim kurmayı istediğini biliyorum. Ancak yine de msn'im olmadığını söylediğimde şaşırdı. Yarın öbür gün burayı okura açtığımızda görürse diye söylüyorum: Kullanmadığım bir şey için var dememin ne anlamı var ki? Eklesen büyük ihtimalle bir kaç yıl daha girip bakmayacağım msn'e. Öyle işte. Hayat garip.

14 Nisan 2009

Okuldan Kaçmak

Ah ne güzeldi her şey o zamanlar! Lisede, gençliğin gençlik olduğu dönemde kaçmak, okulu ekmek, "hoca ne der lan" geyiklerine maruz kalmak! Ah ne güzelmiş o zamanlar sabah uyanıp okula gitmemeye karar verdiğimde annemin benimle tartışması. "Olmaz öyle şey neyse, yürü okuluna!" demesi. Ne güzelmiş o yasak olan şeyin cazibesi. Ertesi gün okula gittiğinizde sınıf arkadaşlarınızın "Dün neredeydin?" demesi. Ne kadar önemliymişiz o zamanlar. Hayat ne kadar da basitmiş.

Yıllar geçiyor ve ben bu yıllar içinde aynı melankoliyle alaşağı yaşıyorum. Yarasa gibi, zaman ve mekan kavramım, dünyam alt üst olmuş.

08 Nisan 2009

Sebep

İdare ediyorum, herkesi, teker teker, özenle, incitmeden, hissettirmeden. 
Umarım biri de beni umursamaya başlar yakında. 
Bu arada, bazı şeylerden vazgeçeli çok oldu, sabahları uyanmak pek eğlenceli değil, bazı korkularım yine hortladı, nasıl baş edeceğimi bilemiyorum, ama şundan eminim, bundan daha kötü hissettiğim dönemler oldu. Bunu atlatabileceğimi biliyorum. 
Beni çok seviyorlar, çok... Nedenini hala anlayabilmiş değilim. 
Gerçekten, anlamış değilim. Ekstra ne katıyorum kendimden onlara, hiçbir fikrim yok...

Not: Çekoslavak hasta olmuş çok. Bilmiyorum, biliyor musun. Dikkat et kendine.

04 Nisan 2009

Ekşi Sözlük 99 Yılına seyahat

Sözlüğün ilk zamanlarını merak edenler ve kaçıranlar için bir vaha. bana çok teşekkür etmelisiniz. Yaa ya.

http://sozluk99.blogspot.com/

02 Nisan 2009

Dağınık Kafa

Vücudumun çok tuhaf bir çalışma düzeni var. Şöyle ki, ya sınavlarım başlamadan birkaç gün önce hasta olup yataklara düşecek hale geliyorum - ve yatmayıp dinlenmiyor, daha da fenalaşıyorum - ya da sınavlar biter bitmez kendimi hasta buluyorum. Bu nasıl bir şeydir, bilemiyorum ama bünyem "Huzurla çökebilirim artık" diyor sanırım. Saçma sapan bir durum aslında.

Dün aklıma bir şey geldi, inanılmaz derecede istedim, gerçekleşmesini: Bir televizyon kanalında çalışsam, şöyle dünyayı geziyorlar da program yapıyorlar ya her hafta, işte o şekilde bir işim olsa. Hem dünya görsem, hem para kazansam, hem de sevdiğim bir şeyi yapmış olsam. Çok istedim. Çok. Umarım bir şekilde gerçekleştirebilirim. Bir TV kanalında çalışmak olmasa bile, dünyayı gezme kısmı olur.

Windows Live Messenger oturumumu açmıyor. Aptal şey. İşim yok ya bu akşam, MSN'e giremiyorum. O yeşil adamlar dönüyor ya ha bire, sinir oluyorum. Bir ara AOL almıştım, ona alışayım diye, olmadı. Skype almıştım alışayım diye, olmadı. Yahoo! Messenger almıştım alışayım diye, olmadı. Herkes gibi ben de MSN kullanıyorum. Üzülüyorum.

Bir önceki hayalim aslında çok farklı bir formda daha mevcut: Dünyayı gezme kısmı değil ama bir televizyon kanalında çalışma kısmı. Malum, Banu Güven yaşlanıyor. Yerine geçecek yeni birilerinin yetişmesi lazım. Ben bu işe adaylığımı koyuyorum. Yazın filan, şansım olursa, yaz okuluna kalmaz isem ve İstanbul'da durma şansım olur ise, bir medya grubunda part time çalışmak istiyorum. Ne yaptığım önemli değil, yeter ki o havayı soluyayım, bir şeyler öğrenebileyim uzaktan da olsa. Ben spotların altında yaşamak için doğmuşum, bakmayın, çaktırmıyorum.

Penguen kadar güzel dergi yok şu piyasada. Sevdiğim çizerlerin bir kısmı Uykusuz'u çıkarmaya başlamış olsa da, Penguenciliğimden vazgeçemedim. Bayılıyorum Met Üst'e, Cem Dinlenmiş'e özellikle. İki favorim.

Şimdi bu Fizik departmanıyla benim alıp veremediğim bir durum var: Benim girmediğim sınavı niçin kolay yapıyorlar ? Fizik 201 de yüklenince programım fazla ağır oldu, 4 oturaklı ders ve TK var idi. Ortalamam pek iyi değil, o yüzden uğraşmayayım dedim, Fizik 201'i kaydım açılsın diye aldım. Gerizekalı bölüm 15 krediye onay vermiyor çünkü. Neyse, Fizik dersini bırakacağım Withdraw döneminde, mecburen. Ama sınavı kolay yapmışlar ya, çok sinir oldum. Çok hem de. Fizik, senden nefret ediyorum !

Uzun bir aradan sonra Euphoria'ya döndüm. O ne güzel bir kokudur. Bayılıyorum sana Euphoria. Umarım bir işe yararsın. Gerçi insanlar, birbirlerine vücut kokuları sebebiyle aşık olurmuş. Her neyse.

Mp3 çalarım, beni 3 Aralık 2005'ten beri hiç yalnız bırakmadın. Seni seviyorum, geliştirebildiğim ilk derin bağlılığı sana karşı geliştirdim - Muzaffer İzgü'nün "Anneannem" serisi kitaplarıyla bağımı saymazsak. - Anneanne nasıl bir şey olurdu, merak ediyorum. Benimki 4 yaşımda vefat etmiş. Hiçbir şey anlamamıştım. Evin içine doluşmuş yüzlerce insan. Bir şeyler okuyorlar, millet ağlıyor filan. Yaşıtım olan kuzenimle tek derdimiz renkli plastik bardaklardan bulmak idi oysa.

Şimdi düşünüyorum da, ben çocukken çok inançlıymışım. Hele depremden sonra. Her gece yarım saat dualar okurdum filan. Uyuyamazdım. Değişikti. 17 Ağustos'ta İzmit'teydim ben. Hala hatırlarım o geceyi. Gözümün önünde insan öldü. "Ölüyorum" diyerek. Çok kötüydü. Çok.

Konuyu değiştirmeliyim. Çok fazla ölüm moduna girdi. Çok fazla. Şunu söyleyeyim, ben ölmekten korkuyorum. Buna kanaat getirdim. Gece filan ruhumuz çıkıp gidiyormuş ya bedenimizden, acısız ölmek istiyorum ben de. Uykuda. Ama galiba bu şehrin caddelerini, sokaklarını arşınlarken bir aracın çarpması sonucu öleceğim. Kaçıncı oldu bilmiyorum, araç "zank" diye durmak zorunda kaldı önümde. Ben şoföre bakıyorum, şoför bana. Yolun ortasında. Şaşırmıyorum genelde, alıştım ama bu umursamazlığım ecelimi çağırabilir. Bilemiyorum.

Konu değişiecekti güya. Hani bahar geliyor ya, iki gün güneş açıyor filan. Sonra birden soğuyor havalar. Bugün işte, iki aydınlık, güneşli günden sonra yine kapattı hava. Herhalde göğün 1 Nisan şakası idi o güzel hava. Çok modum düştü. Sersemim, yalnızım, insanlardan korkuyorum.

Aşk herhalde önce fiziksel olarak başlıyor. Buna kanaat getirdim. Kafaların aşkına inanmıyorum, yok öyle bir şey. Önce beğeneceksin... (Böyle de sığlaşıyorum artık)

Aslında sığlık değil bir üstte yazdığım. Kesinlikle gerçek. Aşk fiziksel olarak başlıyor, taa en başlarda dedim ya, kokularımıza aşık oluyoruz aslında diye. O işte bunun göstergesi bence.

İlk defa lab raporumu son gece ikiye kalmadan bitirdim. Dün akşam hem de. Evin içinde kasıla kasıla yürüdüm. Kime hava atıyorsam. Anneme mi ? Ama inkar edemem, "Hadi kızım, hadi yavrum" demesi işe yarıyor. Bazen dozu kaçırıyor, ama işe yarıyor. Üzerimde bir disiplin unsuruna ihtiyacım var galiba.

Kendimi pek iyi hissetmiyorum bu aralar. Dalgınım, yorgunum, hüzünlüyüm. Yüzüm asık. Donuk bir ifadeyle geziyorum. Yine de nispeten mutlu bir havam var eskiye göre. Bugün bir arkadaşım benden geçen dönem korktuğunu söyledi. Korkutucu duruyormuşum o zaman. Mana veremedim. Olsa olsa soğuk duruyorumdur dedim. Cevap vermedi. Neyse, şimdi korkmuyor en azından. Ben gayet de şirin sarışın uzun saçlı, renkli giyinmeyi seven, gülen, şakalaşan, ders çalışmaktan çok arkadaşlarıyla takılmayı seven bir genç kızım... Bu kafayla ve GPA ile zor akademisyen olurum, zor o malum "patentini henüz almadığımız" müthiş kimyasalları üretirim.

İngiltere'ye yerleşeceğim ilerde. Yani dünyayı gezme işi ya da anchorwoman olma işi olmazsa, ben de akademisyen olabilirsem, İngiltere'de yaşayacağım. O uzun sahillerde yürüyecğim, deniz fenerlerinin önünde depresif emo pozlar vereceğim, öğrencilerimi midtermlerde ağlatıp finalleri çok ama çok kolay soracağım...

Kendinize iyi bakın. Hayal kurmaya izin her zaman var.

Çocuk

Eve geldim, uyudum. Sonrasında gelen insanlar - teyzem ve küçük kızı, annemin burada olması dolayısıyla bize geldiler - kafamı ütüledi. Hala ütülüyorlar. Nefret ediyorum sesten. Çocuk sesinden tiksindiğim kadar - sürekli mızmızlananlarından söz ediyorum - hiçbir şeyden tiksinmiyorum. Tahammülüm yok. Çocuk yapmama sebebi olabilir benim için, çok ciddiyim. Bir kızım olursa elimden geldiğince sakin ve ılımlı bir çocuk olarak yetiştireceğim. Kaprissiz, yalın, yüksek sesle konuşmayan filan bir şey olacak. Oğlum olursa ne yaparım bilmiyorum. Erkek çocuklara karşı bir zaafım var, eşitlik ilkelerimi bozabilirim. Bu da böyle bir yazı oldu.