İçimde bir tuhaflık vardı sanki. Hani iki gün doğru dürüst uyku uyuyamazsın, zaman mefhumun gider, bulunduğun yeri şaşırırsın, yapman gerekenleri unutursun filan da üzerine bir sersemlik oturmuştur, kendi kendine şaşarsın ya, işte aynı öyle bir ruh halindeydim. Sonra düşündüm: Son iki günde gayet iyi uyumuştum - minimum altı saat - ve yaptığım öyle aman aman mühim, hayati bir iş de yoktu. Ders çalışmamıştım, yazı yazmamıştım, çıkıp gezmemiştim ya da herhangi bir konuda strese girmemiştim (hayatımdaki stres kaynaklarını birer birer kendimden uzaklaştırdığımı söylemiş miydim?) veya kötü bir haber alıp üzülmemiştim de. Yalnızca ben, aklımda dolanan bin bir düşünce, gizlemeye çalıştığım hafif dalgınlık halleri filan... Belirli bir sebebi yoktu durgunluğumun. Her zamankinden çok kahkaha atarak gideriyordum, yok etmeye çalışıyordum. Doğrusu bu.
Az önce mutfağa gittim, oturdum. Şöyle bir baktım dışarı. Beşiktaş'ın ışıkları, uzakta Kız Kulesi. Sonra birden, o sırada bulaşık makinesini boşaltmakta olan ev arkadaşım dedi ki "Farkında mısın, günler ne çabuk bitiyor".
"Evet," dedim." Galiba kıyamet böyle bir şey."
"Dünyanın sonu mu geliyor acaba?"
"Bilmem. Neden bilmiyorum, ama zaman sanki hızla akıp gidiyor."
"Hatırlıyor musun, daha dün Eylül'de gelmiştin okul başlayacaktı hani, yemeğe gitmiştik Beşiktaş'ta bir yere."
"Evet hatta üzerimde ne olduğunu bile hatırlıyorum, kırmızı mavi ince çizgili keten gömleğim, boynumda kırmızı bir fular, üzerimde de mavi hırkam vardı."
"Yanımızda oturan çift vardı bir tane. Çocuk sana baktı diye kız kalkalım burdan diye tutturmuştu, hatta bir de sen birini görmüştün de hangi dizide oynadığını düşünüp durmuştun."
"Hala düşünüyorum, hatırlayabilmiş değilim."
"Dokuz aya yakın bir zaman geçmiş üzerinden."
"Yılbaşını hatırlıyor musun ? Hani ikimiz de hastaydık da götürmemişti Önder bizi eve, sonra kadının biri Sarıyer'e bırakmıştı da yolda 'Sadece kendiniz için yaşayın' diye öğüt vermişti."
"Evet, ne çok zaman geçmiş üstünden değil mi?
"Ya hatırlıyor musun daha yeni gelmiştim İstanbul'a üniversiteye başlayacaktım!"
"Ya sorma yaa..."
"Hatta Tansaş'ın önünde valizin üstünde oturuyordum."
"Evet ben seni aşağıda üst geçidin orda bekliyordum sen yukardaydın, beni görünce gülmüştün..."
"Evet yaa..."
"Ay yeter bu kadar nostalji."
Yalnızca bana öyle gelmiyormuş. Zannediyordum ki her şeyi içimde çok fazla hissederek aşırı yoğun yaşadığımdan ya da gerekenden fazla düşündüğüm için bazen, zamanım bu kadar çabuk geçiyordu. Bir tek ben yokmuşum ki bir önceki gününü hatırlamaz hale gelen! Dün ne yediğimi sorsan, söyleyemem. Hayır, düşündüm de, söyleyebilirim! Ama bunun için hafızamı zorlamam gerekiyor. Ya da sorsan ne yaptın, ne gittin, hatırlamakta güçlük çekerim. Hatırlarım ama, ayrıntılarını da zihnime yerleştirdiğimi üç beş ay sonra fark ederim.
Bugün ne yaptım? Baktığında çok şeymiş gibi. Ama değil. Kalktım, duş aldım, okula gittim, Kimya dersine girdim, Matematiğe girdim yarısında çıktım, oturdum kantinde kitap okudum, son laboratuvarıma girdim, oradan Füruzan söyleşisine girdim, oradan tekrar kantine gittim, oturdum iki saat daha. Ereğlili bir arkadaşım daha okuldaydı, onunla lafladım. Eve döndüm. Bilgisayarı açtım, kapadım. Yemek yedim. Bilgisayarı açtım, kapadım. Film izledim. Bilgisayarı açtım, kapadım. arkadaşımla yukarıdaki konuşmaları yaptım. Bilgisayarı açtım, şimdi de bunu yazıyorum. Ve bir yandan da düşünüyorum, sağda solda okuduklarımdan, az buçuk duyduklarımdan ibaret "kıyamet" bilgimi bu noktada sınıyorum: "Zamanın hızla akıp gideceği" bilgisi de o duyduklarımdan değil miydi? Evet, onlardandı. Ne kadar biliyorum ki? Neredeyse hiçbir fikrim yok. Yakında ölecek miyiz acaba toptan? Asla bilemeyiz. E o zaman, şimdi ne yapmamız gerekiyor? Bilemiyorum. Bildiğim, korktuğum. Ölmekten korkuyorum.
Şimdi böyle bir yaşta, böyle bir durumda ölümü düşünmenin anlamsız olduğunu haykıranları duyuyorum. Evet, katılıyorum, anlamsız. Ama belki de anlamlı olmalı. Hayatının aşkını bugün bulduysan, bugün onunla olmalısın mesela. Yarın var mı ki? "Her günü son gününmüş gibi yaşa" mottomuz olmuşsa, neden her şeyi erteleyip duruyoruz ki? Yani XY XX'den hoşlanıyorsa neden bunu o an söylemiyor? Neyi bekliyor gelsin diye? XX onu bekliyor, XY onu bekliyor. Kim kime gidiyor ki? Off of. Felsefe yapmaya çalışmıyorum. Hatta şu son dönemde derin derin konuşup veciz sözler söyleyen insanlardan nefret ediyorum. Benim tek bir cümleyi uzun uzun düşünecek zamanım kalmamış ki, kendi işlerime yetişemiyorum, neyin çözümlemesini yapayım, ne gerek var? "Aşkın bık bık motomotigulubililiği" yazısını okudu, kavradı bizim saf, ne oldu peki? Gidip kıza çıkma teklif edebildi mi ? Hayır. Pratikte işe yaramayan bilgiyi sırf yeni sinapslar yaratmak için zihnimize doldurmak saçma değil mi?
Zaman çok hızla akıp gidiyorken, harcadığım zamanın hesabını bile yapamıyor bir hale gelmişken,
Cümlemi bitiremiyorum. Dikkatim dağıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder