Dün aklıma bir şey geldi, inanılmaz derecede istedim, gerçekleşmesini: Bir televizyon kanalında çalışsam, şöyle dünyayı geziyorlar da program yapıyorlar ya her hafta, işte o şekilde bir işim olsa. Hem dünya görsem, hem para kazansam, hem de sevdiğim bir şeyi yapmış olsam. Çok istedim. Çok. Umarım bir şekilde gerçekleştirebilirim. Bir TV kanalında çalışmak olmasa bile, dünyayı gezme kısmı olur.
Windows Live Messenger oturumumu açmıyor. Aptal şey. İşim yok ya bu akşam, MSN'e giremiyorum. O yeşil adamlar dönüyor ya ha bire, sinir oluyorum. Bir ara AOL almıştım, ona alışayım diye, olmadı. Skype almıştım alışayım diye, olmadı. Yahoo! Messenger almıştım alışayım diye, olmadı. Herkes gibi ben de MSN kullanıyorum. Üzülüyorum.
Bir önceki hayalim aslında çok farklı bir formda daha mevcut: Dünyayı gezme kısmı değil ama bir televizyon kanalında çalışma kısmı. Malum, Banu Güven yaşlanıyor. Yerine geçecek yeni birilerinin yetişmesi lazım. Ben bu işe adaylığımı koyuyorum. Yazın filan, şansım olursa, yaz okuluna kalmaz isem ve İstanbul'da durma şansım olur ise, bir medya grubunda part time çalışmak istiyorum. Ne yaptığım önemli değil, yeter ki o havayı soluyayım, bir şeyler öğrenebileyim uzaktan da olsa. Ben spotların altında yaşamak için doğmuşum, bakmayın, çaktırmıyorum.
Penguen kadar güzel dergi yok şu piyasada. Sevdiğim çizerlerin bir kısmı Uykusuz'u çıkarmaya başlamış olsa da, Penguenciliğimden vazgeçemedim. Bayılıyorum Met Üst'e, Cem Dinlenmiş'e özellikle. İki favorim.
Şimdi bu Fizik departmanıyla benim alıp veremediğim bir durum var: Benim girmediğim sınavı niçin kolay yapıyorlar ? Fizik 201 de yüklenince programım fazla ağır oldu, 4 oturaklı ders ve TK var idi. Ortalamam pek iyi değil, o yüzden uğraşmayayım dedim, Fizik 201'i kaydım açılsın diye aldım. Gerizekalı bölüm 15 krediye onay vermiyor çünkü. Neyse, Fizik dersini bırakacağım Withdraw döneminde, mecburen. Ama sınavı kolay yapmışlar ya, çok sinir oldum. Çok hem de. Fizik, senden nefret ediyorum !
Uzun bir aradan sonra Euphoria'ya döndüm. O ne güzel bir kokudur. Bayılıyorum sana Euphoria. Umarım bir işe yararsın. Gerçi insanlar, birbirlerine vücut kokuları sebebiyle aşık olurmuş. Her neyse.
Mp3 çalarım, beni 3 Aralık 2005'ten beri hiç yalnız bırakmadın. Seni seviyorum, geliştirebildiğim ilk derin bağlılığı sana karşı geliştirdim - Muzaffer İzgü'nün "Anneannem" serisi kitaplarıyla bağımı saymazsak. - Anneanne nasıl bir şey olurdu, merak ediyorum. Benimki 4 yaşımda vefat etmiş. Hiçbir şey anlamamıştım. Evin içine doluşmuş yüzlerce insan. Bir şeyler okuyorlar, millet ağlıyor filan. Yaşıtım olan kuzenimle tek derdimiz renkli plastik bardaklardan bulmak idi oysa.
Şimdi düşünüyorum da, ben çocukken çok inançlıymışım. Hele depremden sonra. Her gece yarım saat dualar okurdum filan. Uyuyamazdım. Değişikti. 17 Ağustos'ta İzmit'teydim ben. Hala hatırlarım o geceyi. Gözümün önünde insan öldü. "Ölüyorum" diyerek. Çok kötüydü. Çok.
Konuyu değiştirmeliyim. Çok fazla ölüm moduna girdi. Çok fazla. Şunu söyleyeyim, ben ölmekten korkuyorum. Buna kanaat getirdim. Gece filan ruhumuz çıkıp gidiyormuş ya bedenimizden, acısız ölmek istiyorum ben de. Uykuda. Ama galiba bu şehrin caddelerini, sokaklarını arşınlarken bir aracın çarpması sonucu öleceğim. Kaçıncı oldu bilmiyorum, araç "zank" diye durmak zorunda kaldı önümde. Ben şoföre bakıyorum, şoför bana. Yolun ortasında. Şaşırmıyorum genelde, alıştım ama bu umursamazlığım ecelimi çağırabilir. Bilemiyorum.
Konu değişiecekti güya. Hani bahar geliyor ya, iki gün güneş açıyor filan. Sonra birden soğuyor havalar. Bugün işte, iki aydınlık, güneşli günden sonra yine kapattı hava. Herhalde göğün 1 Nisan şakası idi o güzel hava. Çok modum düştü. Sersemim, yalnızım, insanlardan korkuyorum.
Aşk herhalde önce fiziksel olarak başlıyor. Buna kanaat getirdim. Kafaların aşkına inanmıyorum, yok öyle bir şey. Önce beğeneceksin... (Böyle de sığlaşıyorum artık)
Aslında sığlık değil bir üstte yazdığım. Kesinlikle gerçek. Aşk fiziksel olarak başlıyor, taa en başlarda dedim ya, kokularımıza aşık oluyoruz aslında diye. O işte bunun göstergesi bence.
İlk defa lab raporumu son gece ikiye kalmadan bitirdim. Dün akşam hem de. Evin içinde kasıla kasıla yürüdüm. Kime hava atıyorsam. Anneme mi ? Ama inkar edemem, "Hadi kızım, hadi yavrum" demesi işe yarıyor. Bazen dozu kaçırıyor, ama işe yarıyor. Üzerimde bir disiplin unsuruna ihtiyacım var galiba.
Kendimi pek iyi hissetmiyorum bu aralar. Dalgınım, yorgunum, hüzünlüyüm. Yüzüm asık. Donuk bir ifadeyle geziyorum. Yine de nispeten mutlu bir havam var eskiye göre. Bugün bir arkadaşım benden geçen dönem korktuğunu söyledi. Korkutucu duruyormuşum o zaman. Mana veremedim. Olsa olsa soğuk duruyorumdur dedim. Cevap vermedi. Neyse, şimdi korkmuyor en azından. Ben gayet de şirin sarışın uzun saçlı, renkli giyinmeyi seven, gülen, şakalaşan, ders çalışmaktan çok arkadaşlarıyla takılmayı seven bir genç kızım... Bu kafayla ve GPA ile zor akademisyen olurum, zor o malum "patentini henüz almadığımız" müthiş kimyasalları üretirim.
İngiltere'ye yerleşeceğim ilerde. Yani dünyayı gezme işi ya da anchorwoman olma işi olmazsa, ben de akademisyen olabilirsem, İngiltere'de yaşayacağım. O uzun sahillerde yürüyecğim, deniz fenerlerinin önünde depresif emo pozlar vereceğim, öğrencilerimi midtermlerde ağlatıp finalleri çok ama çok kolay soracağım...
Kendinize iyi bakın. Hayal kurmaya izin her zaman var.
3 yorum:
Bu blog işi, sanırım senin tek kurtarıcın olacak.
İyi oluyor, seviyorum yazdıklarını.
serbest düşünme yetisini geliştirdiği inkar edilemez, ama bazen beni korkutuyor.
Korkcak bir şey yok. Kendini tanıa fırsatın oluyor daha çok. İyi bir şey bu.
(Bu arada telefonumu parçaladım. bir süre bana kimse ulaşamayacak. bilgin olsun)
Yorum Gönder