19 Şubat 2011

The King's Speech

Çok sözler söylenecek hakkında bu filmin. Bir sürü ödül aldı şimdiden, almaya da devam edecek, eminim. Söylemek istediklerim, filmin 'muhteşem, dahiyane, inanılmaz etkileyici' olduğu üzerine değil ama.

Kraliyet ailesi. Yalnız, dadıların elinde büyütülmüş, derdini anlatamamış, sonunda içine kapanmış ve 4-5 yaşlarında kekeme olmuş bir çocuk, ileriki zamanlarda ise 'Dük' Bertie, konuşmasını düzeltme çabalarının bir yeni hamlesi olarak Lionel ile çalışıyor. Başarıp başarmadığı kısmı değil önemli olan.

Lionel, önce dük, sonra da kral olan 'hasta'sından eşitlik istiyor. 1 şilinine iddiaya giriyor, onunla şakalaşıyor, kraliyet olgusunun kutsallarıyla dalga geçtiği bile oluyor zaman zaman. Ama 'Bertie'ye esas yardımı, onun kendisine açılmasını sağlamak, bir 'arkadaşla' konuştuğunu ona hissettirmek oluyor. Bertie anlatıyor: 'Bir dadım vardı, David'i severdi. Ebeveynlerimizle görüşme vaktimiz geldiğinde beni çimdiklerdi ki hemen ağlamaya başlayayım ve ona geri iade edileyim diye. Sonra bana yemek vermezdi (....gibi bir şeyler), durum fark edildiğinde 3 yılı geçmişti ve mide problemleri baş göstermişti bende...'

İlgisizliğin, yalnız bırakılmanın, hep 'bir başına kalmanın' bir insan üzerinde yaptığı tahribatın tasvirinin bu kadar İngiliz bir şekilde anlatıldığı bir başka film görmedim. Sonunda olay, bir arkadaş edinmenin rahatlatıcılığına, sorunların aslında paylaşıldığı zaman neden oldukları başka problemleri çözmeye yardımcı olduğunu görmeye bağlanıyor.

The King's Speech, bana bir kralın hikayesinden çok, hayatın her anında karşılaşılabilecek sıkıntılardan kurtulup düzlüğe çıkmanın, dışarıdan yardımlara ne kadar muhtaç olduğunu anlattı bu akşam.

Hiç yorum yok: