Neydi o anki ruh halim? Gerçekten kendimi o denli kaybetmeye değecek bir şeyler mi arıyordum? Ben... Ne umuyordum?
Bir arkadaşım var, yakın bir eski arkadaş. Onun Facebook şifresi vardı bende. Bana üç yıl önce vermişti, bir kere bile girmemiştim. Ama işte hafızam iyidir, unutmamış. Girdim hesabından. Facebook kullanmayı bilmiyorum; bir anda apışıp kaldım. Duvar, profil, mesaj... Halbuki ben sadece fotoğrafları istiyordum. Sadece bana geçmişi hatırlatacak birkaç fotoğraf. Farkında olmadan Winamp'te şu şarkıyı açmışım bile (şarkının ortasında fark ettim şarkıyı açtığımı, o derece kendimi kaybetmişim)
İnanılmaz bir şekilde, şarkıyı sesli olarak söylüyordum. Sözlerini ne ara ezberlemiştim? Bu şarkıyı sanırım ikinci dinleyişimdi; eğer öyleyse nasıl yer etmiş beynimde bu denli? ("But all you hear is laughter")
...Ve dolandım facebook'ta. Onun arkadaşlarına baktım. Zaten o benim lise arkadaşım olduğundan tüm arkadaşlarını tanıyordum neredeyse. Neler değişmiş, kimler nerelerde, kimler kimleri düşünüyor... Facebook denen hayat merkezinde nasıl da her şeylerini ortaya seriyor insanlar. Ne kadar rahatlar bu konuda. Ne kadar salaklar aynı zamanda... Bunları şimdi düşünebiliyorum. Gece tek düşündüğüm bakmak, daha çok daha çok bakmaktı. "O fotoğrafın çekildiği yeri biliyorum, o adamın yanındaki kızı tanıyorum, aa lisede o gün ne gülmüştük..." Tüm arkadaşlarım (biri hariç) bana verdikleri sözü tutmuşlar: Facebook'ta bana ait bir fotoğraf yok. Ben, yarın ölsem, insanlar vesikalık fotoğrafımı takabilirler yakalarına yalnızca. Onu da önce benim cüzdanımdan alacaklar, ardından renkli fotokopi, sonra da çoğaltacaklar... Uzun iş. Sadece cenazeye gelip ağlayacaklar işte. Fotoğrafım olsa ne olur olmasa ne olur.
Ben saatlerce geçmişimi talan ederken, anılar bir bir üşüştüler üstüme. Lise odaklıydı çoğu. Hem de ne odak! Kahrolası melankolimin kaynağı orasıydı. Orada ilk tohumlar atılmış, zehir yavaşça büyümüş ve sonra bir anda, bir yaz, amansızca benliğimi ele geçirmişti. Şimdilerde küfrettiğim bu ruh halini o zamanlar hiç yadırgamayışım, ona sanki hayat boyu aradığım "huzur" duygusunun varlığıymışçasına sarılışım tevekkeli değil benim yalnızlığımmış. Aslında düşünüyorum da: Ben hayat boyu yalnızdım. Çevremde birilerinin oluşu bunu değiştirmiyordu. Ailemde bile yalnızdım. Babam mükemmel bir babaydı, olmak isteyeceğim türde bir babaydı, ama yalnızlığıma çare değildi. Farklıydık onunla, zaten ben geç kalınmış bir çocuktum bir de yaşça benden çok büyük iki abi girince işin içine adamla hiçbir zaman ortak zevklerimiz olamadı. Bazen hatırlıyorum babamı, garip geliyor. Şimdi beni görse, konuşsak ne der merak ediyorum. Hani hüzünle karışık bir merak oluyor içimde. Özledim lan. Gerçekten. Hayatımda ilk defa buraya yazıyorum babamla ilgili duygu ve düşüncelerimi. Cümlelerimin acemiliği ondandır. Ama dediğim gibi, iyi adamdı. Beni de herkesten çok severdi. Henüz on üç yaşındaydım öldüğünde.
...Ve yalnızlığımda annem vardı. Kadın hep bir telaş içinde, hep bir kovalamacada. Üç erkek evladı var, üçü de birbirinden farklı. Hangi biriyle uğraşsın? Bunu düşünemedi annem, hepimizle de uğraşmak istedi. Hayatını bize adadı ve tabii ki karşılığında bir bok alamadı. Zaten geri dönüşü olmayan bir hastalığı var artık, üç-beş seneye aramızdan ayrılacağını düşünüyorum. Buna kendimi hazırladığımı bilmek garip hissettiriyor bana. Yani yarın bir telefon alsam, anneni kaybettik deseler bir an durup sonra yapılması gerekenlere başlarım. Önce İzmir'e uçak bileti, sonra Levent'e haber vermek. (Niye Levent? Herkese haber ulaştırır o. Herifin Facebook'unda milyon tane insan var.) Neyse, bu konuyu çok uzatasım yok. Kalpsizlikle suçlanabilirim. Halbuki tam tersi. Ölüm her an dibimizde olan bir şey ve onu görmezden gelenler benim için asıl kalpsizler. Birinin yanında bir konu açın. Mesela ona "Yarın annen ölse ne yaparsın?" diye sorun. Eğer ki size "Sus! Allah korusun konuşmak istemiyorum!" derse umudu kesin ondan. Hayatın en büyük gerçekliği ölüm, eğer ki sen onunla baş edemeyeceksen kendinle hiç baş edemezsin. Yalanı yaşar durusun ömrün boyu.
Yalnızlık diyordum, evet. İki abim var benim. Biriyle ilişkimiz yoktu son üç yıldır. Yeni yeni bir şeyler başlar oldu. Severdik; ama haz etmezdik birbirimizden. Ben ona göre fazla içime kapanıktım, fazla düşünüyordum, fazla umursamazdım, fazla duygusaldım... O da bana göre fazla gereksizdi... Bunları söylemekten çekinmezdik de, zaten sorun orada. O 34 yaşındaydı bunlar olurken, ben 17. Öncesi de var tabii. Yani ben yine yalnızdım.
Bir abim daha var, ama onla aramız çok iyidir. Yalnız olduğumu hiç hissettirmedi bana. Sadece onunla bambaşka iki insanız. Hiç (bak hiç diyorum) ama hiç ortak noktamız yok. Yazık...
...Ve yalnızım ben. Bunu kimse de bilmiyordu. Bilmemeleri daha iyiydi tabii ki, yoksa sürekli birileri "Niye?" der dururdu. Gerçi bir kadın vardı, bunu biliyordu. Okuldayken beni hep odasına çağırırdı. Rehberlik hocasından bahsediyorum. O çağırır; ama ben gitmezdim. Sanıyorum bir kere gittim sadece. Onda da Freud'a bağladı kadın, analiz edecek beni falan aklı sıra. Hiçbir şey belli etmedim, hiçbir düşüncemi paylaşmadım. En sonunda bana "Senin vücut hareketlerinden bir sonuca vardım o da şu..." gibi açıklamalara girişti. Yanlıştı dedikleri. Bir şey demedim. Fakat ertesi gün okulda annemi gördüm. Ne oluyor dememe kalmadan rehberlikçi geldi kaptı annemi. Odasında iki saat konuştular. Yazık anneme, oğlunun intihara meyilli olduğunu -ciddi derecede- ilk defa bir rehberlik hocasından duymuştu. Evde ağladı, neyi eksik yapıyorum falan diye kendini paraladı. Ah be canım anam, hiçbir şeyi eksik yapmadın. Yapmıyordun. Sadece bazen olmuyor anlıyor musun? Yapamıyor insan, yetmiyor. Ne istediğini bilemiyor. Tek suçlu ben kendimim, kimse değil.
Dün dolaştım anılarımda. Anılarla, fotoğraflarla, kişilerle geçirdim zamanımı. Çok sevdiğim, uzun zamandır görmediğim kişileri buldum oralarda. Şimdi yine kendi yalnızlığımda, kaybolmuş gidiyorum.
Affedin, ne yapsanız da olmuyor bazen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder