01 Şubat 2011

Origami

İnsan hayatı değersiz derlerdi de inanmazdım. Bir dakika ile ölümüme gidebileceğimi nereden bilebilirdim. Ve hatta ölümün bu kadar sıradan ve doğal olacağını…

Ben ölüyüm. Ne kadar merak ederdi yaşayanlar ölümü. Hâlbuki ne kadar basitmiş! Bir an korkuyla gözlerinin çeviriyorsun ve gelen kamyonun büyüklüğünden ürküyorsun. Sonra hızla inanılmaz bir acı çekiyorsun ve gözlerini açtığında kendi kanlı bedenini yerde görüyorsun.

O kadar işte. Ölüm denilen şey bu: Görmek, hissetmek; ama yaşayamamak. Bedenime bakıp çığlıklar içinde haykırdığımı hatırlıyorum; ama kimse, özellikle siz yaşayanlar, duyamadı beni. Çocukluğumuzda bize anlatılan hayalet hikâyeleri, ruh çağırma seansları vs hep doğruymuş. Biz bu dünyada yolcudan başka bir şey olmadığımızı sanırken aslında gerçek dünyanın o olduğunu anladım ben. Doğan her bebeğe gıpta ile bakarız. Ölen kimse umrumuzda olmaz. Dünya yaşantısından kalan dostluk ve/veya düşmanlıklar burada işlemez. Burada hiçbir şeyin değeri yok. Ama beni gidip cesedimin yattığı toprak yığınının üstünde sonsuza dek özlemle oturup beklemekten alıkoyan tek bir şey var: Origami. Ölü origamisi.

Ölü olarak geçen bu sınırsız zamanımı hızlandırabilen tek şey o. Eski yaşantımdakinden biraz farklı tabii. Burada origami demek büyük bir kumar oynamak demek: Şimdiki varlığımızı eğip büküp, kendi varlığımızı dahi unutacak kadar değiştirerek yeni bir kimliğe bürünmek. İşte biz ölülerin origamisi bu. Tabii ki bunu yapmamızın bir amacı var: Gıpta ile baktığımız yaşayanlar dünyasına dönebilmek. Bir kez daha iştahla hamburger yemek, bir kez daha çılgınca kahkaha atabilmek... Her şeyi tekrar tekrar yapabilmek istiyoruz!

İşte kendi origamimi anlatacağım size: Önce bir hedef belirliyorsunuz kendinize. Genellikle biz ölüler genç ve sağlıklı bireyler ararız kendimize (yeni bir bebek dünyaya getirmeleri daha olasıdır). Ama bu oldukça revaçta olduğundan bazılarımız yaşlılara, bazılarımız da daha farklı olarak laboratuarlara dadanırlar. Şahsen otuz insan yılı boyunca geçirdiğim ölülüğümde türedi bu şey yeni yeni. Ben sağken (ah ne güzel cümle!) yoktu bu. Demek ki siz salak yaşayanlar o kadar da salak değilmişsiniz. Biraz da olsa ölüm sonrasını düşünüyorsunuz. Zira anladığınız üzere ölüm origamisini gerçekleştirmek için yeni doğacak bir bebeğe ihtiyacımız var. Bebek doğduktan sonra biz oraya gider ve dokuz ay boyunca yakından izlediğimiz, arada sırada vücuduna girerek ona ölümü tattırdığımız beden ilk kez dünyaya çıktığında da biz alırız onun vücudunu. Sonra her şey sil baştan oluyor, sanırım... Zira yaşarken ölüm ne kadar bilinmezse, ölüyken de yaşam o kadar öngörülemez oluyor. Anlaşılan yukarıda birileri ciddi anlamda dalga geçiyor bizimle.

Şimdi benim yeni bedenimin doğmasına kısa bir süre varken size merak ettiklerinizi söyleyeyim. Evet, istersem gidip ailemi ve/veya başka birilerini izleyebilirim. Ama hayır onlarla konuşamam. Onlara herhangi bir şekilde varlığımı hissettiremem. Bizler ve sizler ayrı dünyaların insanlarıyız. Hem zaten onları izlesem ne olacak? Ben tekrar yaşayan olmak istiyorum. Bunun için de kendi origamimi gerçekleştirmem gerekiyor. Bana ne karımın yeni kocasından, bana ne oğlumun yatalak olmasından.

Hayır, açlık hissetmeyiz. Dünyevi şeyleri hissetmeyiz ama onları hissetmek için her şeyi verirdik. O yüzden origamiye sığınıp ruhumuzu değiştirerek yaşayanlara bir bebek olarak katılıyoruz. Başka çaremiz yok... Gerçi... Hayır, bundan bahsedemem... Ama şu kadarını söyleyeyim: Bazılarımız o kadar umutsuz oluyor ki bir şekilde dönüyorlar yaşama. Ama bunun kadar ağır bir bedel ödemeyi nasıl kabul edebiliyorlar anlamıyorum. Hayır, ısrarcı olmayın, söylemeyeceğim. Ölümden yeterince korkuyorsunuz, bir de korkudan delirmenizi sağlamak istemiyorum. O kadar da unutmadım vicdan denen şeyin ne olduğunu…

Evet, kendi yaşam boyutumuzdaki ölülerle konuşabiliriz. Onlarla istersek poker bile oynayabiliriz. Ama ben uzun, çok uzun yıllardır ölü olan biri olarak söyleyebilirim ki bugüne dek konuşan bir ölü görmedim. Buna ben de dâhilim. O yüzden gidip dedemi bulmamın, gidip dünyadaki favori aktrisimi görmenin bir anlamı yok. Onlar da kendi dertlerindeler ve yaşama dönmekle meşguller. Ama şunu eklemeliyim: Yaşamları daha bebekken sonlandırılanları da hiç görmüyoruz buralarda. Onlar, dünyadayken annelerimizin bizi kandırdıkları gibi melek mi oluyorlar gerçekten de? Bilmiyoruz. Sadece burada bu umutsuz bekleyenler içinde umutsuzcasına ağlayan bir bebek yok. Çocuklar da çok nadiren görünüyorlar. Garip.

Evet, en güzel soru. Yaşama döndüğümüzde bugünleri hatırlayıp hatırlamayacağımızı bilemiyoruz. Demiştim; yaşam da bize muamma şu an. Sadece origami ile yaşama dönenlerin bebeğin cılız vücuduna girip ilk nefesini almasını sağladıkları andan itibaren artık yeni bir kişi olup çıktıklarını biliyoruz. Hazır konusu açılmışken onu da ekleyeyim: Biz yalnızca yaşamdakilerin ne zaman öleceğini en ince zaman aralığına dek anlayabiliriz. İki ay on gün yirmi bir dakika üç saniye iki buçuk salise ve 8 nanosaniye vs… Ama doğacakları günü ve ondan sonra ilk nefesini ne zaman almaları gerektiğini anlayamayız. Yeni doğan bir bebeği, yaşama açılan o narin kapıyı yok etmemek için de bildiğimiz tek işareti bekleriz: Bebeğin poposuna tokat atılmasını. Bunun üzerine hızla origamimizi nihayete erdiririz. Yani bebeğin varoluşunda yerimizi alırız. Ondan sonrasını bilmiyorum demiştim.

Pekala o halde. Bu kadar bilgi vermek yeter. Yaklaşık olarak birkaç ay içinde dünyaya yeni bir bebek gelecek. Bir kız. Ailesi ismine hâlâ karar veremedi. Eğer şanslıysam bu sefer origamim gerçekleşecek ve ben o kızla yeniden hayat bulacağım. Reenkarne deniyordu buna dünyadayken. Ne kadar saçma! Bunun yeniden doğmakla alakası yok. Yeniden dünyaya gelmek de değil bu. Sadece yaşama karşı duyulan inanılmaz istek. Ve ben bu sefer bunu gerçekleştireceğim! Yeniden yaşayanların arasına katılacağım! Yeniden, yaklaşık seksen yıl sonra. Seksen yıl! Bir insan ömründen uzun. Ama biz ölüler için beklemekle geçtiğinden dolayı daha da uzun. Varoluşumuzun her saniyesi görüp anladığımız bu dünyaya dönmeyi istemek ne kadar uzun sürer bilir misiniz? Üstelik yalnızız da. İstesek birbirimizle konuşabilir miyiz onu bile bilmiyorum; hiç denemedim ki! Biz tek bir şeyi deniyoruz sürekli ve sürekli: Yaşama dönmek.

***

Doğuyor bebek. Ailesi adını “Hayat” koymaya karar verdi. Hayat! Hayat! Ah ne kadar güzel bir hediye benim için. Herhalde isteyip isteyebileceğim en güzel isim bu benim için…

Ah işte başı gözüktü bebeğin. Bir ölü olarak heyecandan delirmek üzereyim! Çok az kaldı. Yakında o bebeğin poposuna vurulan tokatla birlikte vücuda gireceğim. Bir kez daha bir bütün olacağım onunla. Geride bırakacağım bu anlamsızlığı. Yaşama döneceğim. Yaşama!..

Vurdu… Şimdi sıra bende. Gidiyorum. Dönüyorum. Yıllarca beklediğim bu bebeğe hazırım artık. Diğer ölüler burada değiller. Biliyorlar bunun benim olduğunu. Anne rahmine ilk düştüğünden beri ben ilgileniyorum onunla. Kaç kere içine girdiğimde sabırsızca tekme attım annesine. Çıkmak için. O rahatsız pozisyon değişsin diye. Ben yokken boş bir kabuk değil mi o beden? Evet…

Bitiyor. Ağlıyorum şu an, farkındayım bunun. Her şey puslanıyor. Uykum mu geldi ne? Evet ben uyuyayım. Önümde uzun bir hayat var beni bekleyen. Uzun, çok uzun. Hayat...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Mükemmel bir hikaye. Binlerce kez tebrik ederim. Daha çok yazın!