28 Nisan 2011

Layetenahi

"Ben büyüdüm ve değişti dünya"

Uzun bir şey yazmak gerek, gücüm yok. Bir anda tüm yaşam enerjim sökülmüş gibi hissediyorum. Bu blog, artık, ömrünü tüketmiştir. Önce sen ayrıldın, şimdi de ben ayrılıyorum. Ben yine kimsenin bilmediği, kendi okuyucu kitlesini veya takipçilerini kendisi edinecek başka bir blog açarım. Hatta kimseyi edinmesin, kalsın bana özel. Orada senin okuduğunu bildiğim bir yerde yazamadığım nice şey yazarım. Kan kusmak, sevgi kusmak...

Bir daha post yazmamak adına, anısına ve hem sana hem bana hissettirdikleri adına elveda Layetenahi o halde. Hoşça kal her neyse.

İlk post ile son post aynı başlık adıyla ve tarafımdan yazıldı. Ne müthiş!

Elveda eski dost.

Veda

Hoşça kal, Layetenahi. Taslaklar'da okunmayı bekleyen aynı başlıklı bir yazı var, yayınlama konusunda çekincelerimin olduğu.

İyi zaman geçirdik, ancak klişe tabirle 'bize ayrılan sürenin sonuna geldik'

yalnız bu klişenin sonunda 'yarın yine görüşmek üzere' yok. Kendinize iyi bakın.

26 Nisan 2011

Bunu sana yazdım

Hemen üstünüze alınmayın, yazdığım kişiye zaten mesajla belirteceğim bu yazıyı. O da gelip okuyacak. Zaten kendisi benim yazdığım hemen her şeyi okuyor. Daha henüz yeni yeni samimi olurken romanımı okumuştu iki günde. Uzun ve ağır bir romandı üstelik. Sonra tweet'lerimi okuyor -ki zaten Twitter hesabımı bilenler arasında (follower'lar arasında) beni tanıyan tek kişi o. Özel bir kız, özel bir arkadaş. Asla da çok samimi olmadık nedense. Korktuk karşılıklı sanırsam.

Yorgunsun sen değil mi arkadaşım? Son mesajında anladım bunu iyice. Üzüldüm ve çekindim senin adına. Telefonuna mesaj atmak zahmetli olacaktı. Çok şey var söylenecek, zor olur mesajda. Arayasım da gelmedi, senin de çok hoşuna gideceğini sanmıyorum aramamın. Bir anda çıkıp edebiyat yapacak bir adamın insanı rahatlatacağını düşünmek oldukça saçma. Hem bak, ben kendi açımdan değil senin açından bakıyorum olaya. Kendi açımdan bakacak olsam çok net olurdu yazacaklarım. "Siktir et abi, değmez." Ama işte, senin açından bakınca değeceğini düşünüyorum hayatın. Hayat; yaşamaya değer güzelim.

İlk karşılaşmamızı ne güzel tasvir etmiştin. Uzun bir yazı, içinde ben varım sen varsın bir de bir başka kız daha var. Sonrasında da herkes var. O sonraki kısmı aslında daha da iki kişilikti değil mi? Kalabalık içinde iki kişi olmak bazen ne güzel olur. (Cumhuriyet dönemi romanları havası sezinledim bu cümlemde. Uuu!) Kıymeti bilinmez çoğu zaman -ki zaten biz de istisna değildik. Kaynadı gitti. Hatta, o yazdıklarından sonra ilk defa olarak bugün hatırladım o anları. Aradan o kadar zaman geçmiş, o kadar anı değişmiş... Ama bugün attığın mesaj sonrası bir anda sızdı düşünceler beynime. Bir bara gitmiştik beş kişi. İzmir'in o güzel yağmurlu akşamlarından biriydi. Bir şemsiye almıştım -hâlâ sakladığını söylemiştin bana aylar önce- iki kişi koşturmuştuk saçakların altında. Sonrasında da bol bira ve aptal muhabbetler. O zaman iki kumru vardı karşımızda, aşık iki insan. Nasıl salaklardı şimdi hatırlıyorum da... Biz de gayet resmiydik, ilk başlarda. Sonrasında patlamış mısırlar, geometri soruları... Bana bile garip bir sarmalı varmış gibi geliyor. Ne alaka geometri ile bar? Ne alaka patlamış mısır ile ciddilik? Eh zaten sen ve ben, ikimiz, hep bu anlamsızlıkları sorgulayanlardan değil miyiz? O yüzden bana bugünkü mesajını attın. O yüzden ben sana o mesajdan önce sorma gereği hissettim: Neyin var?

Ben mesela çok dert anlatan biri değilimdir (istisnai birkaç durum hariç). Sen de öylesin çok net biliyorum. Hatta biz bunu konuşmuştuk da seninle. Ama nerede ve ne zaman onu hatırlamıyorum. Neyse, ben bugün mesaj atarken biliyordum senin zorda olduğunu. Gelen mesajının o kadar içten olacağını da beklemiyordum açıkçası. Ama zor durumda olanlar zor insanlara bulaşırlar değil mi? Sen de bana bulaştın işte. Belki senin için iyidir bu, umarım öyledir. Sonuçta kendin dedin "Umutla yaşamak güzel" diye. Al işte bu da umut. Unutma bunu.

Hatta bak unutmak ve umut ne çağrıştırdı bir anda: Umutmak. Umut etmek ve bunu unutmamak anlamında. Kabul et etkilendin? (Mesaj at tanışalım.)

Konuya gelirsem; ben sadece senin kısacık birkaç tweet'inden bu sonuca vardım. Yanılmamışım. Kaç kişi için bu sonuca varabilirdim ki? Toplasan bir-iki kişi. Birinin sen olacağını içten içe bilirdim; dıştan dışa bilmezdim ama. Tüm bunları üst ütse koyunca senin benim için yazdığın bir başka yazı gelir aklıma. "Bil bakalım niye bu kadar çok ... dedim" yazdığın yazı. Orada da sendin beni anlayan. Yağmurun altında şemsiyenin parasını unutmamı ve geri dönüp satıcıya "Abi kusura bakma" dememi bir daha hiç yüzüme vurmayan da sendin. Bak bunu şimdi ben yazınca olayın rezilliği gitmiş oluyor üstümden. Beş liranın hesabını yapmıyordum tabii ki; ama tam olarak öyleymiş gibiydi. Halbuki tek derdim senin daha az ıslanmandı. Zira bende vardı bir palto, senin laf soktuğun o pofuduk palto. (Ama sen ıslanmıştın ben ıslanmamıştım. Fark bu. Beyin bedava.)

Bunda anladığın gibi o lanet sınav stresinde ne yaparak (ya da yapmayarak) yanımda durabileceğini de anlamıştın. Aptalca mesaj atardın, ben de kısaca cevap verip "Abi ders malum" derdim. Hiç alınmadın bunun için! -Ki senin psikolojindeki bir kızın bundan alınmamasının ne zor olduğunu bilirim. Dedim ya anlıyordun… Bu özelliğe sahip tanıdığım iki kızdan birisin. Birini kaybettim, seni kaybetmeyeceğim. Bak böyle de duygusala bağlarım işte. Şimdi hemen gidip tweet yazacağım. (İki günde otuz tweet, 4 tanımadık followers, iyi lan!) Bak seninle konuşurkenki gibi oldu yazım da: Daldan dala atlıyoruz ve o arada beyin sürekli arka planda asıl konuyu toparlamaya çalışıyor. Sen de yapıyorsun aynısını, yoksa kursta tanıştığın dokuz yaşındaki çok yakın arkadaşını nasıl idare edebilirdin.

İnkar etmiyor kimse, zor tabii ki bazı şeyler. Senin de benim de aynı sayılabilecek zoraki düşüncelerimiz var. Hem hayata hem her şeye karşı. En acı yanı da her şeyin kapsamına hayatın yalnızca çok az bir kısmı giriyor. Genel olarak hayatlarüstü bir görüşle yaşamaya çalışıyoruz. (Ben daha başarılıyım ama bu konuda.) Camus demiş ya hani:

"Should I kill myself, or have a cup of coffee?"

diye, aynı hesap bu da. Yani ne anlamı var ki en nihayetinde ölecek olduktan sonra? Ama çok var işte. Var ki biz hâlâ varız. Var ki ben hâlâ burada sana bir şeyler anlatmaya çalışıyorum. Asıl yazanlar yerine bin tane alt metin veriyorum eline. Hani anla diye. Uğraş diye. Uğraşmaya değer diye. Bir gün elbet yağmur yağacak ve o güzel şeyin altında herkes ıslanacak. Ben de umarım, eğer şanslıysam. İyi ol tipsiz.

24 Nisan 2011

Eheh, Hiç güleceğim yoktu

Böyle bir cümle gibi başlık açtım ya daha ne yapayım? yarın öbür gün Taksim'e gidip kendimi Galatasaray'ın önüne zincirleyip açlık grevi yapacağım. "Amacını söylemeyen genç açlık grevi yapıyor. Peşinden binlerce liseliyi sürükledi"...

Bir bebeği var abimin, henüz bir buçuk yaşında. Kendisinden önce iki yeğenim daha vardı diğer abimden. (Türevin türevi oldu kusura bakmayın.) O iki şeytan bana dünyayı dar etmişlerdi. Ama öyle böyle değil. Hayır canımdan çok seviyordum, bir şey de diyemiyordum. Bırak vurmayı falan -ki hiç yapmadım- bağırdığımda bile içim acırdı. Bunu da anladı piçler, hep zaaflarımdan faydalandılar. Bacak kadar veletler beni kedinin fareyle oynadığı gibi oynattılar. Hâlâ da oynatıyor şerefsizler. Yarın öbür gün ölsem çok ararlar beni. Neyse. Doğal olarak bu iki veletten sonra diğer abimin bebeğine gayet rasyonel yaklaştım. Bilimadamı tavrı takındım denebilir. "Bu bebek niye yemek yemiyor?" diye yakınırsa biri, içimden "Hmm, oda sıcaklığı istediği düzeyde olmayabilir" falan dedim. Baya baya dilim yanmış yani o iki piçten.

Fakat bu son gelişimde (aramızda 20'den fazla yaş farkı var. Abi diye yutturamıyorum diğerlerinde yaptığım gibi, amca diyor bu) amca olmanın da verdiği bir sıcaklıkla kendi kendime şuna bir yavşayayım dedim. İşte şebeklikler yapayım, o mükemmel mavi gözlerine (ben kadında renkli göz hiç sevmezdim. Yeşil belki ama mavi asla'ydı. Bu bebekte mavi göz sever oldum ben) bakıp sırıtayım falan dedim.

Demez olaydım. Siz hiç bir buçuk yaşındaki bir kız tarafından madaraya çevrilen adam gördünüz mü? O kadar şımarıyor ki, bugün yemek yediği sürece benim de aynı şeyleri yememi istedi. Daha cümle kuramıyor; ama yarı Türkçe yarı Almanca'yla (abimin eşi alman) "Ye" diyor. Bebek maması güzel bir şey değil bunu belirteyim öncelikle. Abimler sofrada annemin yaptığı dolmaları götürürken ben muz, elma, adını bilmediğim tadı iğrenç bir şey, süt, ve adını bilmediğim toz bebek maması yedim. Üstelik bunlar bir posada eritilmişti. Üstelik şerefsiz ne kadar yerse ben onun iki katı yemek zorundaydım. İşkenceye bak.

"Abisi şımartma o kadar!"

İyi de seviyorum ya! Ben sevdiğim herkesi şımartırım. (Sonra tepeme çıkarlar orası ayrı. O yüzden yalnızca bebeklerde şımarmayı ve sonrasını tahammül sınırları dışında tutuyorum.) Ama tüm bu çektiklerime -mesela gece benim yanımda yatıyor kız. aynı yatakta sarılıyor bana. Onu ezmemek için uyuyamıyorum bile- değiyor. Çünkü bugün bana sarılıp yanağımdan öperken "cici seviyom ya" dedi. Kurduğu en uzun cümleydi bugüne kadarki.

Ben de seni seviyorum bebek. Büyüyene kadar sür bakalım sefanı.

21 Nisan 2011

Her neyse

Drafts'ta senin için yazılmış bir taslak var. Onu oku lütfen. Yayınlamak istemedim.

Ebeveynleri kaybetme korkusu

Bir adamı bir odaya kapatın. Mesela 1984'teki o özel odaya. (Bilmem kaç no'lu odaydı, üşendim araştırmaya. Unutmuşum.)

Orada en büyük korkusuyla yüzleştir. Ama asla korkusuyla baş başa bırakma. mesela işkenceden korkuyorsa ona asla işkence yapma. Sadece biraz sonra işkence yapılmaya başlanacağına inandır.

İşkenceden daha kötü olur.

İngiltere'de başı kesilerek idam edilen birinin başını alıp halka gösterirlermiş orta çağ'da -ve belki biraz daha sonrasında. bunun sebebi idamı izleyenlerin ölünün kafasını görmeleri değil; ölünün halkı görmesiymiş. Çünkü kafa kesildikten beş - altı saniye sonrasına kadar kan dolaşımı olduğundan bilinç açık kalıyor. Yani kafanın kesildiğini biliyorsun, saçlarından kavramış biri seni yukarı kaldırmış ve halkı gösteriyor. O anı yaşıyorsun.

Ölümün kendisinden daha kötü.

Anne - babayı, abi - kardeş, abla nine amca oğlu vs... tüm bunları kaybetme korkusu onları kaybetmekten daha kötü. Öldükleri zaman, beyin savunma mekanizmasını çalıştırıyor. Uyuşuyorsun, düşünemiyorsun, günler çok hızlı akıp geçiyor. İki ay içinde normal düzenine kavuşuyorsun.

Beklemek, ölüm haberlerini almaktan daha kötü.

Aptallık yapıyorsunuz, kendinizi ölümün en korkunç şey olduğuna inandırıyorsunuz. Yanılıyorsunuz.

Ölümü yaşamak daha kötü.

...Sonra zaten beyin var. Her şeyin üstünde bir güç. akıl senin değil mi? Herkes bir gün ölmeyecek mi? Bunu unutma. herkes bir gün ölecek. Şimdiden bunu düşünmek bir boka yaramayacak. Evet annen de baban da normal şartlarda senden önce ölecek. Mezarlarına gidip geleceksin. inançlıysan dua edeceksin, değilsen bakarsın boş boş. Ama bunu yaşayacaksın. Niye korkuyorsun ki? Niye korkulur ki?


*Bir yerde yayımlamıştım. Buraya da taşımayı uygun gördüm.*

20 Nisan 2011

Doğum günü kutlamaları

Eh heh, o kadar alışmışlar ki Facebook'ta falan "Cnmmm doğum günün kutluuu olsunnn" yazan salaklara, samimi olmadığınız, daha önce sadece bir kere gördüğünüz insanların gerçek hayatta doğum gününü kutlayınca sapıtıyorlar.

Bugün sınıftan bir çocuğun (kendisiyle Facebook tarzı arkadaşlığımız var gerçek hayatta. Sınıfta konuşur, sınavda kopya veririm falan) bir kız arkadaşı geçiyordu yanımızdan. Çocuk kıza iki metre öteden "Doğum günün kutlu olsun" dedi. Kız da "Sağol canım" dedi. Bu arada ne yürümesi yavaşladı ne çocuğa döndü. Sadece kafasıyla kavis çizdi. O arada ben de "Nice senelere!" dedim. Merak etmiştim tepkisini.

Şaştı kaldı. Durdu olduğu yerde. "Tanışmıyoruz, hayır" dedim daha o sormadan.
"Ne bileyim bir an söyleyince şaştım kaldım" dedi.
"Facebook'unu açtığında yüz yüze bir kere bile görüşmediğin kaç kişi doğum gününü kutlamış olacak?" diye sordum. Haklı olduğumu söyledi, yanıma gelip iki yanağımdan öperek teşekkür etti kutladığım için. Sonra da çekti gitti.

Eh heh, salaklar sizi. Yapmacıkla dolu yapay dünyanıza sokayım sizin. Bu kızın onda biri kadar samimi değilsiniz o sanal alemde. Nasıl aynaya bakıyorsunuz?

not: canlarımmm size demediiim biliyorsunuzzzz :)))
Selamlar. iyidir, sen nasılsın? Gerçi boşuna soruyorum, çok iyi olduğunu görebiliyorum. Daha da mutlu olursun umarım.

Yazdıklarının her birini, çok basit bir şekilde çürütüp seni üzebilirim. Ama bunu yapmayacağım. Anladığım kadarıyla olması gereken oldu, hayatında iki kişilik düşünüyorsun artık. Daha açık yazmak istemedim nedense.

Bu duyguyu sonuna dek, en saf haliyle yaşamanı dilerim. Çok içten bir şekilde hem de.

...İnsanlar uyumalı tabii. Uyurum ben de, yazmalarım bitince. Sevgiyle kal.
Selam. Nasılsın? Bugün kaç kez gülümsedin? Ben epey güldüm dün akşam, bu akşam... Gülmek güzel, yaşamak güzel, sevilmek güzel, sevmek güzel... Her şey gerçeküstü görünüyor dışarıdan bakınca, değil mi? Birisini hayatının parçası yapınca... İnsanlar bunu yapmalı. İnsanlar sevmeli. İnsanlar...

Uyumalı.