26 Nisan 2011

Bunu sana yazdım

Hemen üstünüze alınmayın, yazdığım kişiye zaten mesajla belirteceğim bu yazıyı. O da gelip okuyacak. Zaten kendisi benim yazdığım hemen her şeyi okuyor. Daha henüz yeni yeni samimi olurken romanımı okumuştu iki günde. Uzun ve ağır bir romandı üstelik. Sonra tweet'lerimi okuyor -ki zaten Twitter hesabımı bilenler arasında (follower'lar arasında) beni tanıyan tek kişi o. Özel bir kız, özel bir arkadaş. Asla da çok samimi olmadık nedense. Korktuk karşılıklı sanırsam.

Yorgunsun sen değil mi arkadaşım? Son mesajında anladım bunu iyice. Üzüldüm ve çekindim senin adına. Telefonuna mesaj atmak zahmetli olacaktı. Çok şey var söylenecek, zor olur mesajda. Arayasım da gelmedi, senin de çok hoşuna gideceğini sanmıyorum aramamın. Bir anda çıkıp edebiyat yapacak bir adamın insanı rahatlatacağını düşünmek oldukça saçma. Hem bak, ben kendi açımdan değil senin açından bakıyorum olaya. Kendi açımdan bakacak olsam çok net olurdu yazacaklarım. "Siktir et abi, değmez." Ama işte, senin açından bakınca değeceğini düşünüyorum hayatın. Hayat; yaşamaya değer güzelim.

İlk karşılaşmamızı ne güzel tasvir etmiştin. Uzun bir yazı, içinde ben varım sen varsın bir de bir başka kız daha var. Sonrasında da herkes var. O sonraki kısmı aslında daha da iki kişilikti değil mi? Kalabalık içinde iki kişi olmak bazen ne güzel olur. (Cumhuriyet dönemi romanları havası sezinledim bu cümlemde. Uuu!) Kıymeti bilinmez çoğu zaman -ki zaten biz de istisna değildik. Kaynadı gitti. Hatta, o yazdıklarından sonra ilk defa olarak bugün hatırladım o anları. Aradan o kadar zaman geçmiş, o kadar anı değişmiş... Ama bugün attığın mesaj sonrası bir anda sızdı düşünceler beynime. Bir bara gitmiştik beş kişi. İzmir'in o güzel yağmurlu akşamlarından biriydi. Bir şemsiye almıştım -hâlâ sakladığını söylemiştin bana aylar önce- iki kişi koşturmuştuk saçakların altında. Sonrasında da bol bira ve aptal muhabbetler. O zaman iki kumru vardı karşımızda, aşık iki insan. Nasıl salaklardı şimdi hatırlıyorum da... Biz de gayet resmiydik, ilk başlarda. Sonrasında patlamış mısırlar, geometri soruları... Bana bile garip bir sarmalı varmış gibi geliyor. Ne alaka geometri ile bar? Ne alaka patlamış mısır ile ciddilik? Eh zaten sen ve ben, ikimiz, hep bu anlamsızlıkları sorgulayanlardan değil miyiz? O yüzden bana bugünkü mesajını attın. O yüzden ben sana o mesajdan önce sorma gereği hissettim: Neyin var?

Ben mesela çok dert anlatan biri değilimdir (istisnai birkaç durum hariç). Sen de öylesin çok net biliyorum. Hatta biz bunu konuşmuştuk da seninle. Ama nerede ve ne zaman onu hatırlamıyorum. Neyse, ben bugün mesaj atarken biliyordum senin zorda olduğunu. Gelen mesajının o kadar içten olacağını da beklemiyordum açıkçası. Ama zor durumda olanlar zor insanlara bulaşırlar değil mi? Sen de bana bulaştın işte. Belki senin için iyidir bu, umarım öyledir. Sonuçta kendin dedin "Umutla yaşamak güzel" diye. Al işte bu da umut. Unutma bunu.

Hatta bak unutmak ve umut ne çağrıştırdı bir anda: Umutmak. Umut etmek ve bunu unutmamak anlamında. Kabul et etkilendin? (Mesaj at tanışalım.)

Konuya gelirsem; ben sadece senin kısacık birkaç tweet'inden bu sonuca vardım. Yanılmamışım. Kaç kişi için bu sonuca varabilirdim ki? Toplasan bir-iki kişi. Birinin sen olacağını içten içe bilirdim; dıştan dışa bilmezdim ama. Tüm bunları üst ütse koyunca senin benim için yazdığın bir başka yazı gelir aklıma. "Bil bakalım niye bu kadar çok ... dedim" yazdığın yazı. Orada da sendin beni anlayan. Yağmurun altında şemsiyenin parasını unutmamı ve geri dönüp satıcıya "Abi kusura bakma" dememi bir daha hiç yüzüme vurmayan da sendin. Bak bunu şimdi ben yazınca olayın rezilliği gitmiş oluyor üstümden. Beş liranın hesabını yapmıyordum tabii ki; ama tam olarak öyleymiş gibiydi. Halbuki tek derdim senin daha az ıslanmandı. Zira bende vardı bir palto, senin laf soktuğun o pofuduk palto. (Ama sen ıslanmıştın ben ıslanmamıştım. Fark bu. Beyin bedava.)

Bunda anladığın gibi o lanet sınav stresinde ne yaparak (ya da yapmayarak) yanımda durabileceğini de anlamıştın. Aptalca mesaj atardın, ben de kısaca cevap verip "Abi ders malum" derdim. Hiç alınmadın bunun için! -Ki senin psikolojindeki bir kızın bundan alınmamasının ne zor olduğunu bilirim. Dedim ya anlıyordun… Bu özelliğe sahip tanıdığım iki kızdan birisin. Birini kaybettim, seni kaybetmeyeceğim. Bak böyle de duygusala bağlarım işte. Şimdi hemen gidip tweet yazacağım. (İki günde otuz tweet, 4 tanımadık followers, iyi lan!) Bak seninle konuşurkenki gibi oldu yazım da: Daldan dala atlıyoruz ve o arada beyin sürekli arka planda asıl konuyu toparlamaya çalışıyor. Sen de yapıyorsun aynısını, yoksa kursta tanıştığın dokuz yaşındaki çok yakın arkadaşını nasıl idare edebilirdin.

İnkar etmiyor kimse, zor tabii ki bazı şeyler. Senin de benim de aynı sayılabilecek zoraki düşüncelerimiz var. Hem hayata hem her şeye karşı. En acı yanı da her şeyin kapsamına hayatın yalnızca çok az bir kısmı giriyor. Genel olarak hayatlarüstü bir görüşle yaşamaya çalışıyoruz. (Ben daha başarılıyım ama bu konuda.) Camus demiş ya hani:

"Should I kill myself, or have a cup of coffee?"

diye, aynı hesap bu da. Yani ne anlamı var ki en nihayetinde ölecek olduktan sonra? Ama çok var işte. Var ki biz hâlâ varız. Var ki ben hâlâ burada sana bir şeyler anlatmaya çalışıyorum. Asıl yazanlar yerine bin tane alt metin veriyorum eline. Hani anla diye. Uğraş diye. Uğraşmaya değer diye. Bir gün elbet yağmur yağacak ve o güzel şeyin altında herkes ıslanacak. Ben de umarım, eğer şanslıysam. İyi ol tipsiz.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

hepsi gözümün önüne geldi. anlattığın/ anlatmadığın tüm olaylar ve durumlar.
ben de sana yazdığım, tanışmamızı anlatan yazıya neden öyle tepki verdiğini çok iyi anladım. "çok fazla şey söylemek istiyorum, ama büyüsü bozulur diye çekiniyorum." iyi ki varsın dostum...