08 Nisan 2011

Emanet Yaşanmışlıklar

Bak her neyse, sana dünyanın en güzel kısa hikayesini yazayım. Hemingway'in:

"Satılık: Bebek patikleri. Çok az kullanılmış."

Buradan yola çıkarak bu uzun bir iç çekiş olacağına inandığım yazıyı sürdüreyim.

Günlerdir aynı şarkıyı dinliyorum: Aaron - little love. Ki zaten birkaç post önce paylaşmıştım. Şarkıdaki "Don't worry, life is easy" kısmı nasıl vuruyor bir bilsen. Hava da karamsar zaten, nefret ettiğim bahar çok şükür hâlâ gelmedi. Hiç gelmese zerre üzülmeyeceğim zaten.

Senle dertleşmeyeli uzun zaman oldu. Artık o kadar çok iki yabancı'yız ki elim telefona gidip de arayamıyor seni dertleşmek için. Merak ettiğimde ya da kabus falan gördüğümde arıyorum. Geçen düşündüm: Biz miydik saatlerce konuşan? Öyleydik galiba. Hatıralar yanıltıcı olabilir; ama bu denli de değil di mi sevgili dost? Eski dost mu yoksa?..

Ben bir bok yiyorum şu an: Öyle yazıyorum işte kendi kendime. Üstelik bir süredir aklımda olan şeyi de paylaşayım seninle: Blog'u taşıyalım mı? adresi değiştirelim ya da sıfırdan bir bloga başlayalım. Kimsenin bilmediği bir yerde, kimsenin okumayacağı bir yerde. Bir süre güzel olsa da artık yazdıklarımın okunuyor olması hoşuma gitmiyor. Ben burayı kendime ait bit arka kapı, kirli çamaşırlarımı koyduğum bir yer olarak seviyorum. Şu anki hali umumi bir tuvalet kadar güzel en fazla. O yüzden bu teklifimi değerlendir. Eğer sana da uyarsa çekip gidelim. Yok uymazsa; o halde varsın öyle olsun. Seni mi kıracağım sanki?

Bir tarafta ben varım Her neyse, yalnızca ben. Hani tüm yanlışlarımı almışım, bir başıma sürükleniyorum anki. Styx'ten geçecek olsam bu kadar zorlanmazdım herhalde. Eh madem öyle abi, ben niye bu derece dağılıyorum? Yani kırk yaşında bir dağ evinde ben ve birkaç köpek ile geçecek bir hayat mı paklayacak beni? Medeniyetten uzakta, daha doğrusu medeniyeti kuran insanlardan uzakta, dağlı gibi mi yaşayacağım? Bir anda her şeyi bırakıp gitmek, geriye bakmamak, ileriyi düşünmemek. Ya bu mudur bana reva olan? Revayıhak mıdır bu? Sanırım değil. Değil ki ben hâlâ yüzüme bakıp şaşırıyorum. Bitik Adam'daki "diye düşündüm" kalıbı var ya hani, hah işte öyle yaşıyorum ben de. Her cümlemin sonuna, her hareketimin sonuna "diye düşündüm" diyorum sanki. Bir tek piyano virtüözü oluşum eksik.

Ama dert etmeyeyim değil mi Her neyse? Hayat kolay değil mi Her neyse? Ah ya, şarkıda duyduğunda öyle geliyor sanki bir an için. Ama sonra fark ediyorsun adamın da mutsuz olduğunu. "Senin için her şeyi yaparım"a getiriyor konuyu; ama o da umutsuz. Biliyor bir şey yapamayacağını. O ki sadece bir tek kişi. Karşısındaki çok daha fazlası.

Sevdiklerimiz olduklarından çok daha fazladırlar değil mi? Salaktırlar; ama tatlıdırlar mesela. Ya da laftan anlamazlar; ama masumdurlar... Pek çok şey olur onlar. Çok azı gerçekten oldukları şeylerdir. Daha da azı bizim olduklarımızdır. Biz, sevenler yani, neyi sevdiğini umursamadan, sadece körüzdür. Katarakt gibi aslında, sis perdesi var. Perde bir kalkıyor ve bum! Bir cuma akşamı geçmişi yad ederken buluyorsun kendini. Ve fonda yine "Don't worry, life is easy" diyor. Ah ya.

Seninle konuşmalarımızda her seferinde rahatsız edici bir sessizlik oluyor. Ne düşünüyorsun o anda? Ben mesela, "Yazık, bu sefer de oldu" diyorum. Olmamasını isteyeceğim ilk insandın halbuki. Kısmet, mi demeli? En iyisi bir şey dememek. Sustukça daha çok kazanıyorsun bu hayatta; birinci elden tecrübe ettim, ediyorum. O yüzden susalım sevgili dost, susayım, diye düşünüyorum.

Hiç yorum yok: