29 Ocak 2011

Açlık

15 Ağustos Çarşamba

Acıktım. Ne yalan söyleyeyim hayvanlar gibi acıktım. Kızarmış bir piliç, soslu bir makarna, taze bir pırasa için yapmayacağım şey yok. Hatta kereviz için bile hayatımın on yılını veririm. Ama benden sonra bu günlüğü bulacaklar için en iyisi biraz yaşadıklarımdan bahsedeyim ki mantıklı olsun. Dünya üzerinde günlüğüne “Acıktım” diye başlayan tek insan benimdir herhalde. En azından bir “sevgili günlük” yazabilirdim. Olmadı. Kızarmış kuzu budu. Ohhh nefis.

İki hafta önce sırt çantamı ve kredi kartımı alarak seyahate çıktım. Amacım bilmediğim yerlere gitmek, doğa ile haşır neşir olmaktı. Hani Karadeniz’in yaylaları, Güney Doğu’nun dağları falan filan. Bir aylık senelik iznim vardı. Hem zaten hayat boyu hep istemiştim doğaya açılmayı. Kızarmış patates. Sosis. Ama kısmet bu sefereymiş.

Karadeniz’den başladım turuma. Henüz ilk gün, lanet şansıma bak, dağlara çıkışımın ilk günü ayı çıktı karşıma. Allah sizi inandırsın ben nasıl tırsıp nasıl koştum hiç hatırlamıyorum. Benim insanüstü hızımdan ayı da etkilenmiş olacak ki kovalamaya tenezzül etmedi bile. Yüz beş kiloluk bir kütle olan ben, o koşu sonunda yetmişe düşerim diye düşünmüş olabilir. Sonuç olarak ben ayının beni takip etmemesine zerre değer vermedim ve kusana kadar koştum. Sonuç? Kayboldum! Tam iki haftadır, ormanın derinliklerinde Tarzancılık oynuyorum. Üstelik sanırım çok da pis kokuyorum çünkü ilk günler üstüme gelen orman hayvanları artık benden uzaklaşır oldular. Keşke gelseler yine. Ali nazik. Tas kebabı. Kadayıf. Keşke gelseler de tutup yesem birini. Meyve ve ot yemekten sıkıldım. Açım lan açım!

16 Ağustos Perşembe

Tavşan! Tavşan gördüm. Onu yuvasına kadar takip ettim. Birazdan çıkaracağım ve yiyeceğim! Kafayı sıyırmadığımı belli etmek için yazıyorum buraya. Tavşaaaaaan!

30 dk sonra

Kaçtı! Orrrrosppu çocuğu çok hızlıymış. Şimdi o ayı bana bakarken neler hissettiyse ben de aynılarını hissediyorum. Açım ben. Bıktım kozalak yemekten. Bıktım be bıktım! Artık midemi unutup çıkışı bulmam lazım. Yoksa bu dağlarda sebze insanı olup çıkacağım. Hatta kafam da domates gibi olur. Belki oluyordur bile. Kırmızı. Eheheh, ne esprili oldum ya. Açım bu arada yazmıştım di mi?

29 Ağustos (günü umurumda değil)

Var ya ben şu an kızarmış köfte yemekten bitap düşmüş bir geri zekâlıyım. Her şeyi anlatmalıyım; ama korkuyorum aptal muamelesi görmekten.

En son çıkış yolu bulmalıyım yazmışım. Meğerki çıkış yolu zaten oralardaymış. Çevreyi adam gibi inceleyip başımı midemden uzaklaştırabilseymişim görecekmişim. Artık nasıl bir mallıksa benimki, koskoca baz istasyonunu görmemişim arkadaş. Baz istasyonu demek medeniyet demek. Medeniyet demek yemek yemek demek. Hayvanlar gibi, geberinceye, patlayıncaya kadar yemek. Öyle bir yemek ki üç şişe soda içerek kendine gelebilmek. Yüklem kullanamamak. Ben sizin dili bilmemek.

Ben baz istasyonunu görünce bir anda kafama dank etti. Koştum oraya. Ben koşarken bir ayı yavrusu gördü beni. Yüzümdeki delice sevinçten ve ona bakarken etli butlu olduğunu düşünmemden dolayı olsa gerek sıvıştı bir anda. Koşup yakalamayı düşündüm; hem böylece çevredeki şişko ve etli annesi de gelirdi ve bana bir öğün yetecek kadar et olurdu. Ama vazgeçtim. Baz istasyonunda telefon olabilirdi. Ben de böylece arayıp beni kurtarmalarını söylerdim. Ayrıca şu 30 dk’da teslim eden pizzacıları da arayıp otuz - kırk pizza sipariş ederdim. “Ve” dedim kendi kendime “Eğer otuz dakikayı bir dakika bile aşarsa seni ve motosikletini yerim!”

Sonra n'oldu? Baz istasyonu bomboştu arkadaş. Üstelik ayıyı da kaçırmıştım bu yüzden. Zaten baz istasyonu diyorlar ya, adı öyle sadece. İstasyon falan değil. Cazır cuzur ses çıkaran aletler var sadece. Peki, ben ne yaptım? Bir gün ve bir gece uğraşarak oradaki her şeyi yerle bir ettim. Böylece ekipler gelecekti tamir için. “Ayı saldırdı herhalde” diyeceklerdi. “Büyük bir ayı olmalı, en az bir ton. Yoksa nasıl parçalasın onu!” Nitekim öyle de oldu. Bir ekip geldi iki gün sonra, yani bugün. Ben onları görünce nasıl koşturduysam üstlerine doğru, üçü de arkasını dönüp son hızla kaçmaya başladılar. Ama ben onların ellerindeki çantada et kokusu almıştım bir kere. Durmadım. Durur muyum lan! Kovaladım herifleri. Ayrıca koşarken nasıl karı gibi çığlık atıyorlardı duysanız ölürdünüz gülmekten. Ben gittim en yaşlı ve göbeklilerine ellerimi geçirdim.

“Yapma n'olur yapma!”

“Yemek ver lan! Yemek ver lan!”

“Al her şey burada al!

Aldım. Anında parçaladım çantayı ve içinden ekmek arası peynir domates çıktı. Artık nasıl bir hızla yediysem boğuluyordum. Çoktan karşıki tepeye varan diğer ikisi bu sefer durumu anladıkları için bana doğru tüm hızla koşuyorlardı. Artık tam hamburger şekilli yıldızlar görmeye başladığımda suyu uzattılar bana. Bir diktim ki sormayın. Dağda susuzluk çekmemiştim hiç; ama dağda yemekten boğulma tehlikesi de yaşamamıştım. Böylece suyun yardımıyla yuttum o lokmayı. Sonra, daha bakışımı diğer ikisine çeviremeden önüme yığdılar tüm yiyeceklerini. Valla beş altı ekmek yedim herhalde. Karnım biraz yatışmıştı. İyi ki de öyle oldu; çünkü içlerinden biri baya etli butluydu. Bunu onlara söylediğimde yüzlerinin aldığı ifadeyi görseniz altınıza işerdiniz gülmekten.

Neyse. Çok uzatmadan bitireyim bu olayı da. Günlük tutmak açken vakit geçirtiyordu. Şimdi sadece acıktırıyor. Acıktım yine. Makarnaaa! Dur birazdan yiyeceğim. Sonuca geleyim. Bunlar birkaç yere telefon ettiler. Bir de bana soruyorlar niye aramadın kimseyi diye. Lan sıska! Telefonum yanımda mıydı sanıyorsun? Öyle olsa ararım pizza siparişi veririm di mi! İşte bu herifler aradılar bir yerleri. O arada yerel bir gazetenin fotoğrafçısı geldi. Çekti fotoğrafımı. Hah işte şimdi anladınız di mi? Hani şu iki gün boyunca tüm TV’leri meşgul eden ‘Karadeniz Tarzan’ı’ var ya. İşte benim o. Yerde oturmuş ayı gibi yemekleri kavrarken ve saçım sakalım birbirine girmişken çekilmiş fotoğrafın sahibi benim. Bu günlüğe yazılanları da satacağım zaten. İyi para eder dediler. Yayımlasın bir gazete. İşe yarasınlar. Bu arada acıktım ben. Kesiyorum yazmayı. İyi bakın kendinize. Etli butlu kalın hep.

Hiç yorum yok: