30 Ocak 2011

"Zaten tek suçlu bendim"

"Hiç intihar eden biriyle yüz yüze geldin mi?" diye sordu bana. "Hayır" dedim. Konunun bir anda buraya gelmesine şaşırmıştım. Ne de olsa daha tanışalı yarım saat oluyordu.
"Şanslıymışsın" dedi, sonra sessizleşti. Büyük ihtimalle hayatımda tanıdığım benden daha sessiz tek insandı. Yani iki kayıp ruh, iki acı dolu insan. Şehrin bambaşka bir yerinde, kimsesiz bir şekilde yan yana geliyorlar. Biri mutsuz, dalmış gitmiş denize bakıyor. Otraköy'ün ilerisinde, Arnavutköy'e doğru giderkenki parkın orada. Karanlık zaten deniz, içinden çıkılacak bir yanı yok karanlığının.

Ben oturuyordum önce. Yanımda içki yoktu, sigara zaten kullanmıyorum, hayat boyu esrarın hiçbir türünü kullanmadım. Sonra o geldi yanıma. Ateş istedi, yok dedim. Uzaklaştı omuzlarını silkip. Yaklaşık yirmi metre ileride bir balıkçıdan aldı ateşi. Onu izledim, hareketlerindeki donukluğu hissettim. Sonra yanıma geldi salına salına.

"Ne işin var burada bu saatte yalnız?" dedi. Sırıtıyordu hafifçe. "Niye, başıma bir şey mi gelir?"
"Burada neyin kime nasıl geleceği bilinmez. Her an başına bir şey gelebilir."
"O yüzden mi buradasın?"
"Evet"

Evet demesini beklemiyordum. Hatta bu kadar içten olmasını da beklemiyordum. İzin aldı oturdu yanıma. Sessizce içiyordu sigarasını, ben de sessizce bakıyordum boğaza. Kafamı biraz çevirince Köprü'yü görebiliyordum. Yeşildi ışıkları bu gece.

"İntiharını gördüğün kişi kimdi?" diye sorunca ben, duraksadı bir süre. Sakallarını kaşıdı hatta. Çok değil, en fazla yirmi beş yaşındaydı. Benden daha mutsuz olduğunu anlayabiliyordum.

"Acıklı bir aşk hikayesi. Ben anlatırım da, sen dinlemek ister misin?" dedi. "Çok klişe oldu bu" dedim. Güldü, "Zaten anlatmayacaktım" dedi. Sonra sustuk ikimiz de. Tam sekiz tane sigara içti yanımda. Toplasak iki dakika konuşmamışızdır tüm o süre boyunca. O kendi sebep olduğu benim hiçbir şekilde tahmin edemediğim ölümü düşünüyordu, ben onun sebep olduğu tahmini imkansız ölümü.

"Gidiyorum ben" dedim. İki kaybolmuş insanın birbirine ulaşmasının imkansızlığını fark etmiştim o an. Ne o beni rahatlatabilirdi, ne ben onu. "Gel beraber yürüyelim Beşiktaş'a kadar" dedim. Omuz silkip kalktı. Yürüdük. Tüm o yol boyunca bir kelime bile konuşmadık. Sanki postmodern bir filmin ortasındaki iki karakter gibiydik. Benden daha bitik bir adam olarak o başroldeydi.

Üsküdar iskelesi'ne geldik Beşiktaş'taki. "İyi bir hayat yaşa" dedi bana vedalaşırken. "Sen de" dedim sakince. "Ve bir aptallık yapma kendine."
"O yollardan geçtik be abi, takma hiç" dedi. Başımı sallayıp ayrıldım yanından.

Hiçbir şey konuşmadan en çok şey paylaştığım insan olarak asla gitmemecesine girdi anılarıma. Adını bile sormadım. Benimkini de o sormadı. Birbirimizi hayat boyu görmek istemiyorduk bir daha, bunu anlayabilirsiniz. Kim yitik bir insanla düzlüğe çıkabilir ki?..

Hiç yorum yok: