Yapmam gereken yığınla işim olsa bile, eğer istemiyorsam, yapmaz oldum hiçbir şey. Hani öyle ki, olduğum yerden kalkıp su almaya gitmenin bile zor geldiği şu günlerde yalnızca üç şeyi düşünüyorum: Yaklaşan organik kimya sınavı, math 102 sınavı ve platonik aşkım. Başka şeyler de var tabi, ama aklımın yüzüme bir şeyler yansıtan kısmını bu konular işgal ediyor.
On sekiz yaşımı doldurduğum gün dünya farklı bir forma bürünmedi. Üniversiteye başladığım gün üzerime giydiğim kazağı 3 kez daha giydikten sonra - evet, gerçekten 3 kez daha giydim - dolabımın karanlık köşelerine ittim. Çok beğenerek aldığım gözlüğümden kurtulmak için harçlığımın geleceği günü bekliyorum. Sırtım fena halde ağrısa bile bilgisayarımı yerde kullanma alışkanlığımdan vazgeçemedim. Annem aradığında "çalışıyorum işte, ne yapayım" dedim ve yalan söyledim, pişmanlığı bir türlü geçemedi. Göz numaram bile senelerdir ilerlemedi. Beni uzun zamandan sonra gören herkesin dediği "sen ne kadar pozitif bir insan olmuşsun, çok iyi gördüm seni" türünden sözlere inanmak istesem de inanamıyorum. Daha doğrusu bundan korkuyorum. Değişmiş olmak düşüncesi beni ürkütüyor. Ama gülümsemeden duramıyorum !
Birinden hoşlanmanın bünyede yarattığı iki yönlü değişim var: Ya biraz daha karamsarlaşıyorsun, ya da iyice enerjik, coşkulu bir insan olup çıkıyorsun. Çok fena bir durum bence. Modumun hava durumuyla son derece ilişkilendirilebilir olduğu şu günlerde bir görünüp bir kaybolan güneşe kızgın olduğum kadar, sabah yağıp öğleden sonra gidiveren yağmura da tepkiliyim. Beni bukalemuna çevirdiği için memnundur herhalde Doğa Ana. Bütün bunlara rağmen, kendimi en berbat hissettiğim anlarda bile gülümsemekten kendimi alamayışım, yeni kararsızlıkları da beraberinde getiriyor, ki bu kısmı burada açmak istediğimi sanmıyorum.
Umduğumla sonuç arasında dağlar kadar fark oldu. En iyisi yazmayı bırakayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder