Bugün, olan bitenden yakınıp, biraz ders çalıştıktan sonra hava almaya, Beşiktaş sahile gittim. Elimde not defterim, bir şeyler yazarken - her şeyden yakınırken, aslında - yanıma bir çocuk geldi:
-Mendil ister misin abla ?
-Sağol, var.
-Hadi abla bir tane al !
-Bak, şöyle yapalım, ben sana bir lira vereyim, ama mendil almayayım.
-O zaman dilenci olurum ama. Olmaz, alamam.
Çaresiz, mendili aldım. Biraz yürüyüp bir başka tarafa oturdum. Başım önüme eğikti, bir şeyler yazıyordum.
"Abla, bir mendil al - aa, size sormuştum !" dedi aynı çocuk, ve bir başkasının yanına gitti. Biraz sonra seslendim:
"Hey ! İki dakikan var mı ?"
Yanıma geldi.
-Otursana.
Oturdu.
-Adın ne ?
-Sait.
-Sait.. Kaç yaşındasın ?
-On.
-Okula gidiyor musun ?
-Evet.
-Nerde okulun ?
Şimdi aklıma gelmeyen, daha önce hiç duymadığım bir yer adı söyledi.
-Nerede orası ?
-Dudullu'da. Anadolu'da.
-Karşıda oturuyorsun yani.
-Evet.
-Ben de buraya okumaya geldim.
-Tek başına mı ?
-Evet.
-Sen Türk müsün abla ?
-Evet.
-Nerelisin ?
Düşündüm.
-Karadeniz. Sen ne yapıyorsun burada ?
-Çalışıyorum abla, açız evde.
Bir şey söyleyemedim.
-Annemle kardeşime bakıyorum.
-Baban ?
-Babam öldü.
-Başın sağolsun.
-Ağabeyim askerde.
-Nerede?
-Şırnak'ta.
-Olsun, yalnız değilsiniz bak. Yakında gelir hem.
-Ooo daha on üç ayı var onun daha, bakmam gerek evdekilere.
-Ablan kaç yaşında ?
-On beş. O da sakat, yürüyemiyor. Okuma yazma biliyor. Az ilerde bir özürlüler okulu var, orada okuyor.
-Hayat zor, değil mi Sait?
Cevap vermedi.
-Ama umut var. Her şey düzelecek.
-Zabıta, polis var mı ?
-Görmedim.
-Durdurup paramı alıyorlar.
-Neden ki?
-Yasak mendil satmamız.
-Anladım.
-Otuz liram vardı bir kere, on beşini aldı.
Cevap vermedim. Üzerinde bir polar svet vardı yalnızca.
-Üşüyor musun ?
Omuz silkti.
-Sen yalnız mısın abla ?
-Evet, ne oldu ?
-Sen çok durma burada, şimdi okul çıkışı, birazdan pis çocuklar, adamlar gelir buraya.
-Tamam giderim. Baksana, ben sana biraz harçlık versem ?
-Al abla bir mendil daha, ama para istemem, verdin zaten.
-Mendil istemiyorum. Biraz harçlık vermek istiyorum. Kabul eder misin ?
-Yok abla.
-Bak, benim de çok yok, paylaşalım.
-Yazık abla, çarçur etme paranı.
-Çarçur etmiyorum ki, seninle paylaşıyorum.
-Yok abla, çok fazla.
-Hadi Sait, lütfen.
-Yok abla, istemem.
-Kırılırım ama. Al bunu, kendine bir şey al. Çikolata al.
-Alamam abla.
-Koy cebine, hadi.
-Peki.
-Böyle geçmez hayat, kendin için bir şeyler yap, tamam mı ?
-Abla sen karanlığa kalma. Eve git.
-Tamam.
-Ben şimdi kardeşimi almaya gideyim. Eve götüreceğim onu.
-Tamam, dikkat et kendine.
"Her şey yoluna girecek" dediğimde yüzünun aldığı şekli unutmayacağım bir çocuktu işte. Anne çalışmıyor, ağabey askerde, baba yok, sigorta yok, devlet para vermez, ama çalışmasını da yasaklar, zabıtalar çocuğun eline geçen paraya el koyar.. Dilendirilmediği belli ama, yüzünden, benimle konuşurkenki kendinden emin ifadesinden, sorularıma duraksamadan yanıt vermesinden.. Sanırsın otuz yaşında. Bir de "Eve geç kalma" diyor bana. Pek fazla inanmıyor hayatının düzeleceğine. Anlıyorsunuz.
Ben şimdi niye böyle hissettim, bilmiyorum. Gerçekten. Hep kızarım bu tarz şeylere ağlayan insanlara, haber bültenlerinin "acınası hal" görüntülerine, özellikle kış aylarında artan "Onun evi yok, onun montu yok" haberlerine. Bu çocuk gözlerimin dolmasına neden oldu ama. Akıllı çünkü, anlaşılıyor gözlerinden. Ama büyük ihtimalle okulu bir yerden sonra bırakmak zorunda kalacak, çalışmak zorunda kalacak, günü kurtarmaya bakacak. Okuyamayacak. Fırsat eşitsizliği bu işte..
14 Mart 2009
Sait -
Not: Bunu daha önce bir iki kişiye yolladım, ama burada da bulunsun dedim:
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder